- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - Odporúčaný článok: Človek ako boh (peklo na zemi) - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

24. septembra 2019

Ruhtaki hazine

Karol Dučák

(Masal)
Slovenská verzia: Poklad v duši
Çok uzak bir Müslüman ülkede Selim ve Hasan adında iki kardeş yaşıyormuş. Zengin bir aileden geliyorlarmış ve çok yetenekliymişler, bu yüzden annesi ve babası onlara uygun bir eğitim sağlamışlar. Ancak hepsinden önemlisi, askeri birliklerini birçok savaşta galibiyete götüren iyi savaşçılarmış. Fakat kardeşler birlikte değil, her biri farklı bir savaş alanında savaşıyorlarmış. Her ikisi de şöhret için can atıyorlarmış, ama ağabeyi Selim çok daha iyi bir komutanmış ve savaşta küçük kardeşinden daha başarılıymış. Hasan bu yüzden ağabeyinin başarılarını kıskanmış ve Selim'in başarısız olacağı, kendisinin Selim’den daha iyi bir komutan olacağı anı görmekistiyormuş. Ancak zaman geçiyor ve Hasan'ın gizli umutları giderek azalıyormuş. Selim'in başarılarının sonu gelmek bilmiyormuş ve Hasan'ın kıskançlığı kaçınılmaz olarak ağabeyine karşı nefretine dönüşmüştür. Ancak Selim'in bundan hiç haberi yokmuş ve şöhretinin ve başarılarının tadını çıkarmaya devam ediyormuş.

Bir savaşta Selim'in komutasındaki Müslüman birlikler Hristiyan ordusunu yenmişler ve Müslüman askerler, Hristiyan komutan ile yardımcısını rehin almışlar. Uzak bir ülkenin şövalyesi olan Hristiyan komutan, sayıca fazla olan Müslüman askerlere karşı cesurca savaşmış, ancak savaşta ağır şekilde yaralanmış ve hayatını kaybetmek üzereymiş. Yaralı ve kanlar içinde sedyede Selim'e getirildiğinde, Müslüman komutan şaşırmıştır.Ağır durumuna rağmen, mağlup edilen şövalye onurunu asilce koruyormuş. Sempatik yüzünden inanılmaz bir huzur ve sükûnet yayılıyormuş. Müslüman komutanı gördüğünde, yüzünde gizemli, sevgi dolu bir gülümseme belirmiştir. Selim şaşırmış ve kendisi de bir gülümsemeyle cevap vermiştir. Sert bir savaşçı olmasına rağmen, cömertçe onur ve adalet duygusunu korumuştur. Bir şey onu bu adama çekiyormuş. Kendinin tanımlayamadığı bir şey.
Kısa bir süre sonra Selim, “Adın ne?” diye sormuş.
Yaralı Hristiyan komutan, savaşta galip gelen komutana masmavi çekici gözleriyle dikkatlice bakmış ve büyük bir çaba ile cevap vermiş: “Galler’den Richard”.
Sonra, “Sen de ünlü komutan Selim'sin” diye eklemiş.
“Beni tanıyor musun?"
“Senin hakkında çok şey duydum ve hatta seni çok uzaklardan gördüm.”
“Peki benim hakkımda ne duydun?”
“Düşmanlarının birçoğunu öbür dünyaya göndermiş olan harika bir savaşçı olduğunu. Ben de ölmek üzereyim ama bu gözyaşı vadisinden ayrılmadan önce sana değerli bir hazine vermek istiyorum.”
Selim rakibine sersemlemiş gibi bakmış ve kendi kulaklarına inanamamış. Sonunda Richard'a “Ölmek üzere olduğunu ve yine de bana, düşmanına, bir hazine vermek istediğini mi söylüyorsun?” diye sormuş.
“İnancımız bize düşmanları bile sevmemizi ve bize zarar verenlere karşı iyi davranmamızı emrediyor. Öleceğimi hissediyorum ve ölmeden önce bir iyilik yapmak istiyorum.”
“O halde sen iyilik yapmak için bana hazine vermek istiyorsun.”
“Evet.”
“Bu hazine nedir?”
“Yardımcım onu sana getirecek.”
Bu sözlerden sonra, Richard yardımcısına dönmüş ve ona sessizce birkaç talimat vermiştir.
Bir dakika sonra, yardımcısı ona değerli bir kumaşa sarılmış bir nesne getirmiştir. Nesneyi şövalyeye uzatmış, şövalye kumaşı açmış ve elinde, değerli taşlarla bezenmiş kapaklı bir kitap parlamıştır. İlk bakışta kitabın çok değerli olması gerektiği açıkmış. Şövalye kitabı Selim'e vermek istemiş, ama aldığı yaralar yüzünden çok güçsüz kalmış, o yüzden hediyeyi Selim'e yardımcısının vermesini istemiştir.
Selim şaşırarak, “Hazine bu mu?” diye sormuş.
Richard güçlükle, “Evet” demiş.
“Değeri nedir?”
“Bu ölçülemez bile.”
“Kitap o kadar mı değerli?”
“Dünyanın en değerlisi. Kitabın kendisi oldukça pahalı ama asıl hazine içinde.”
“O kitapta mı?”
“Evet, o kitapta.”
Selim’in şaşkınlığı geçmek bilmemiş. Her şey son derece garipmiş, ancak Selim kitabı beğenmiş ve bir şey onu kitaba karşı konulmaz bir şekilde çekmiş. Nihayet, “Ama bu hazineyi nasıl alabilirim?” diye sormuş.
Şövalye güçlükle, “Çok basit. Kitabı okuyarak. Tamamını. İlk harfinden son harfine kadar.”
“Peki bu hazine için ne istiyorsun?”
“Kendim için bir şey istemiyorum, sadece askerlerimi rahat bırak ve eve sağlıklı bir şekilde ulaşmalarını sağla. O zaman sonsuza dek sana borçlu olacağım.”
Selim bu konuşmasını beğenmiş ve “Tamam. Askerlerin güvenle eve dönebilirler. Onların güvenliğini garanti ediyorum.” demiş.
“Kalbimin derinliklerinden teşekkür ederim,” diye cevaplamış Richard, yüzünden geçen mutlu bir gülümsemeyle. Sonra baygın düşmüş ve kısa bir süre sonra ölmüş. Selim ölümü ile sarsılmış. Düşmanı olmasına rağmen, ölümü için üzülmüş. Bundan sonra, gizemli yabancı aklından çıkmıyormuş. İlk fırsatta kendisine hediye verilen kitaba uzanmıştır ve açtığı zaman kitabınİncil olduğunu anlamıştır. Ama bir gerçek yüzünden şok olmuştur. Kitap yabancı, bilinmeyen bir dilde yazılmış olmasına rağmen, Selim kelimesi kelimesine her şeyi anlamıştır. Hevesle okumaya koyulmuş ve yavaş yavaş gözleri açılmaya başlamıştır. Hristiyanlığın, babalarının inancından çok daha iyi olduğunu anlamıştır. Yanlış şeye hizmet ettiğini fark ederek içten içe dönmüştür. Kalbinde İslam’dan vazgeçmiş ve Hristiyan olmayı çok istemiş, ama henüz nasıl yapabileceğini bilmiyormuş. Bir akşam o çarpıcı kitabın bağışlayıcısını hayal ederek düşünmüş ve nazikçe onunla konuşmuş: “Ah, sevgili Richard, esrarengiz hayırseverim. Haklıydın. Kitabın, İncil, dünyadaki en değerli hazinedir. İnancını kabul etmek istiyorum çünkü kalbim sadece bu inancın doğru olduğunu söylüyor.”
Fakat sonra, Hristiyan inancına geçen bir Müslüman'ın, kendi halkının elinden öldürülme riski altında olduğunu fark etmiş, bu yüzden Hristiyan inancına duyduğu sempatiyi gizlemeye karar vermiştir. Fakat bir gün gerçek ortaya çıkmış ve Selim'in ailesi her şeyi öğrenmiştir. Bütün akrabaları çok kızmış ve Selim'i öldürmeye karar vermişler. Bu görevi, Selim'in kardeşi Hasan'a vermişler. Hasan memnun olmuş. Sonunda nefret ettiği ağabeyini küçük düşürüp, tüm ailenin ve arkadaşlarının saygısını kazanacaktır. Böylece bir intikam planı hazırlamaya başlamıştır. Selim'i askeri kampında tuzağa düşürüp öldürmeyi ve başını alınan intikamın işareti olarak aileye getirmeyi planlamıştır. Ancak Selim'in güçlü bir savaşçı olduğunu biliyormuş, bu yüzden saldırı planını çok dikkatli bir şekilde hazırlamış ve gaflet anından yararlanmaya karar vermiştir. Ağabeyine gece vakti saldıracakmış. Ancak Hasan'ın saldırısından bir önceki gece, Selim beklenmedik bir uyarı almıştır. Uykusunda ani bir ışık parlaması onu aydınlatmış ve Selim korkudan dona kalmıştır. Dehşet içinde ışığa bakmış ve aniden, İncil'i kendisine veren şövalyeyi görmüştür. Şoktan bir an sessiz kalmış, ama sonra tek kelimeyle “Richard!”diye seslenmiş.
Şövalye benzersiz bir gülümsemesiyle hafifçe gülümsemiş ve “Evet, benim” diye yanıtlamıştır.
Ama daha sonra ciddiyetle Selim’e korkunç bir haber vermiş: “Selim, ölüm tehlikesi ile karşı karşıyasın. Ailen, atalarının inancından vazgeçtiğini anlamıştır. Seni bu dünyadan yok etmeye karar vermişler. Yarın akşam, kardeşin Hasan buraya seni öldürmek için büyük bir savaşçı birliği ile gelecek. Bu nedenle hemen kaçmalısın. Derhal gidersen, bir gece, bir gün erken davranmış olacaksın.”
“Ama nereye gitmem gerekiyor?” diyerek kısa bir soru sorabilmiş Selim.
“Korkma, Rabbin meleği seni yolculuğun sonuna kadar götürecek. Orada seninle ilgilenecekler!”
Selim başka bir soru sormak istemiş ama şövalye onu engellemiştir: “Bana güven ve endişelenme. Her şey güzel olacak.”
Bu sözlerden sonra aniden ortadan kaybolmuş ve Selim korkunç bir rüyadan uyanmıştır. Acımasız gerçekliğe uyanmış ve hemen hareket etmesi gerektiğini fark etmiştir. Lambanın ışığı altında en gerekli eşyaları toplamış ve tam dışarıya çıkmak üzereymiş ki aniden çadırın içi tekrar ışıkla parlamıştır. Selim, ruhunu mutluluk ve barış ile dolduracak kadar çok sevgi ve iyiliğin yansıttığı muazzam görkemli bir meleği görmüştür. Korkularından hiç eserkalmamış ve melek onu kollarına aldığında ve onunla zirvelere yükseldiğinde, hiç korku hissetmemiştir. Melek, Selim'i uzak bir Hristiyan ülkesinde bulunan bir manastırın avlusuna getirmiş, orada da manastırın sahipleri olan rahipler Selim ile ilgilenmişler. Rahiplerin gözetimi altında Selim, bilgi arzusunu doyurmak için büyük bir coşkuyla teoloji çalışmasına başlamıştır. Birkaç yıl sonra kendisi rahip, hatta daha sonra onu yıllar önce çatısının altına kabul eden manastırın başrahibi olmuştur. Herkes onu Peder Ignatius olaraktanıyormuş. Akrabaları onu bulmaya çalışsa da ailesi onun hakkında hiçbir şey bilmiyormuş. Ancak kimse nerede olduğunu bulamamış ve böylece akrabaları kendi arasında Selim hakkında konuşmayı bırakmışlar. Açıklanamayan bu kayboluşuna, nihayet daha başarılı ağabeyinin gölgesinde olmayan ve kendi halkı arasında en ünlü savaşçı olan kardeşi Hasan seviniyormuş. Onun büyük arzusu gerçek olmuştur.
Bu arada Müslümanlar birbiri ardına ülkeleri fethederken, bir gün Selim'in kardeşi Hasan'ın emrindeki Müslüman ordusu, Ignatius'un rahipleriyle yaşadığı ülkeyi fethetmeye başlamıştır. Bir gün sabaha karşı, peder Ignatius uyandığında, kendisini İsa olarak tanıtan büyük bir ışık aydınlatmıştır. İsa, erkek kardeşi Hasan'ın başında olduğu büyük bir Müslüman ordusunun yaklaştığını ve hem manastırı hem yoluna çıkan her şeyi fethetmek ve yağmalamak üzere olduğunu söylemiştir. Kendisi çok acımasız, merhametsiz ve kimseye şefkat duymazmış. Zaten birçok insanı öldürmüş.
Bu haber Ignatius'u korkutmuş, ancak kendisi için değil, önderliği altında emanet edilen dindarlar ve aynı zamanda çevresindeki Hristiyan nüfus için çok fazla endişelenmeye başlamıştır.
İsa, Ignatius'un kafasından geçen düşünceleri tam olarak biliyormuş ve onu zor bir teste tabi tutmaya karar vermiş: “Ignatius, ağabeyin Hasan'ı durdurabilirim. Onun yok edilmesini istiyor musun?”
“Hayır, Rabbim!” diye bağırmış dehşet içinde Ignatius ve devam etmiş: “Ben hiçbir insanınyok edilmesini istemiyorum, kardeşimin yok edilmesini de kesinlikle istemiyorum. Onun yaşamasını istiyorum. Senin için yaşamasını. Tıpkı benim senin için yaşamaya çalıştığım gibi, Efendim. İsa, bir zaman beni kendine getirdiğin gibi, senden kardeşimi de kendine getirmeni rica ediyorum.”
“Tamam. Ama her şey karşılıklı. Kardeşini kurtarmak için neyi feda etmeye hazırsın?”
“Kendi hayatımı bile, Efendim!”
“Emin misin?"
“Efendim, kalbimi görebilir ve her bir düşüncemi bilirsin. Vücudumun her tarafı titrese bile sözümün arkasında durduğumu biliyorsun.”
“Peki. Dürüst olduğunu biliyorum, ama ağzından duymak istedim.”
“Hasan ne zaman gelecek?”
“Yarın sabah. Yirmi dört saatin var. Korkuyor musun?”
“Kendim için endişelenmiyorum, ama ya halkım?”
“Sakin ol, sana veya bu bölgedeki herhangi birine hiçbir şey olmayacak. Sabırla kuşan ve kardeşlerinle birlikte sürekli dua et. Saçınızın teline dahi dokunulmayacaktır. Güven bana!”
“Evet, Efendim, sana güveniyor ve öyle olacağına inanıyorum.”
İsa'nın yüzünde hafif bir gülümseme belirmiş, sonra dönüp ve tamamen kayboluncaya kadar uzaklaşmaya başlamış, etrafını saran ışık da kaybolmuştur. Ignatius rahiplerini çağırmış ve onları durumdan haberdar etmiştir. Daha sonra onları tapınağa götürmüş ve yirmi dört saat boyunca aç ve susuz kalarak dua etmelerini istemiştir. Sadece en acil ihtiyaç durumunda gitmelerine izin vermiştir. Sonra efkaristiya düzenlemiş ve münacat ile diğer duaları etmeye başlamıştır. Bütün rahipler dua etmeyi sürdürmüşler ve sadece istisnai durumlarda ayrılmışlar. Ancak daha sonra hep tapınağa geri dönmüşler. Bütün gün ve neredeyse tüm gece böyle geçmiştir. En büyük hevesle dua eden Ignatius olmuş. Manastırı, rahipleri ve çevresindeki ülkenin halkını kurtarması için Tanrı'ya yalvarmış, ama hepsinden öte, kardeşini Hristiyan olmaya yönlendirmesi için Tanrı'dan ricada bulunmuştur. Tanrı Ignatius'un ateşli dualarını kabul etmiştir, amabunu Ignatius ancak birkaç saat sonra öğrenecektir.
Hasan o sırada hâlâ komutan çadırında uyuyormuş. Aniden, rüyasında muazzam güçte bir ışık ortaya çıkmış ve bu ışıktan İsa yüksek sesle konuşmuş: “Neden savaşçılarımı öldürüyorsun?”
Hasan korkudan titremiş. İsa şöyle devam etmiş: “Çok fazla kötülük yaptın, ama ağabeyin sana merhametli davranmamiçin yalvarmıştır, böylece sen de benim savaşçım olabilirsin. Birkaç saat içinde buluşacaksınız. Ağabeyin burada yakın bin manastırda rahip oldu. Şuna bak!”
İsa sağ elini yana doğru uzatmış ve yanında,manastır kapıları önünde duran ve ona bakanpeder Ignatius'un bir görüntüsü çıkmış ortaya.
Sonra İsa şöyle demiş: “Ordun yarın ülkesine geri dönecek, ama sensiz. Sen ağabeyinle kalacaksın. Size ne yapacağını söyleyecektir ve sonra ikiniz de benim savaşçılarım olacaksınız.”
“Ağabeyimi nasıl bulurum?” diye sormuş Hasan.
“Endişelenme. Işığım size rehberlik edecek.”
Bu sözlerden sonra İsa Hasan'ın gözünden kaybolmuş. O anda Hasan ter içinde uyanmış, az önce rüyasında gördüklerini ve duyduklarını düşünmüştür. Bir süre sonra giyinmek üzere acele ederek ayağa kalkmış ki, aniden kendisine en yüksekhükümdardan acil haberleri getiren bir habercinin geldiği söylenmiştir. Haberci Hasan'a mesajını getirdiğinde, Hasan onu okumuş ve yüzü solmuş. Hükümdar, ülkesinin güçlü bir düşman tarafından tehdit edildiğini ve Hasan ile birliklerinin derhal eve geri dönmek zorunda kaldıklarını bildiriyormuş. Hasan sadece bir an için düşünüp kararını vermiştir. Komutanlarını çağırmış ve onlara neler olduğunu anlatmıştır. Fakat daha sonra, kendisinin acil bir görev yapmak zorunda olduğunu, komutanların ise Hasan’ın yeni bir komutan olarak atadığı yardımcısı Murad’ın emri altında eve döneceklerini duyunca komutanlar şok olmuşlar. Emrindeki askerler protesto etmek istemişler ama Hasan kılıcını çekip bağırarak, emirlerine itaat etmeyenleri bizzat katledeceğinisöylemiştir. Hasan'ın emrindeki askerler ona direnmeye cesaret edememişler ve teslim olmuşlar. Ani bir eve dönüş için hazırlıklar başlamıştır.
Fakat Hasan acele ile ata binmiş ve baktığında, uzakta bir ışık görmüş. Işığa doğru dörtnala koşmaya başlamış ve bir süre sonra önünde küçük bir tepe üzerinde bir manastır görmüş. Ona doğru yaklaşırken doğru yerde olduğunu biliyormuş. Bu, rüyasında gördüğü manastırmış. Manastırın önünde duran rahibi bile tanımıştır. Hasan titremeye başlamıştır. Yıllar sonra nihayet ağabeyini görmüş. Kendini ayaklarının altına atmak için koşmaya başlamış. Ignatius'un kalbi yerinden sıçramıştır, ama sonra kendini cesaret ve kararlılıkla kuşatmıştır. Her şeyi Tanrı'nın ellerine emanet etmiştir. Kardeşi ona doğru gelince, kendini ağabeyinin önünde yere kapanmış ve hıçkırarak ağlamaya başlamıştır. Müteessir olan Ignatius kardeşi yanında diz çökmüş ve onu kaldırmıştır. Sonra iki kardeş, yaşlı gözleriylebirbirinin kollarına düşmüşler. Kısa bir süre sonra Hasan, Dominik isminialmış ve bir rahip olmuştur. Her iki kardeş daha sonra Tanrı'nın şerefi ve insanların yararı için manastırda uzun yıllar birlikte görev yapmışlar.

Karol Dučák
::
Súvisiaci článok:

Žiadne komentáre:

Zverejnenie komentára

Pravidlá diskusie v PriestorNete

1. Komentovať jednotlivé príspevky môže každý záujemca, a to pod svojím menom, značkou alebo anonymne.
2. Komentáre nesmú obsahovať vulgarizmy ani urážlivé a nemravné vyjadrenia, nesmie sa v nich propagovať násilie; zakázané sú aj ostatné neetické prejavy, napríklad nepodložené obvinenia. Komentár by mal byť zameraný na predmet príspevku a nie na osobu autora či redaktora.
3. Komentáre nesúladné s predchádzajúcim ustanovením, rovnako tak bezobsažné komentáre, nebudú publikované.
4. Diskusia je moderovaná – znamená to, že zverejnenie komentára nie je okamžité, ale závisí aj od časových možností redaktora. Redaktor má právo odmietnuť, čiže nepublikovať komentár aj bez udania dôvodu.
5. Odoslaním komentára jeho autor vyjadruje súhlas s týmito pravidlami.